inanır, uzanan ellerin samimiyetini sorgulamaz, gözyaşlarının gerçekliğinden şüphe duymaz. Ama büyüdükçe, dünya ona en acı gerçeği fısıldar: Her şey göründüğü gibi değildir.
Bize anlatılan masallar zamanla yıkılır:
Aile, koşulsuz sevgi midir? Çıkarlar çatışınca bağlar kopuyor.
Dostluk, zor günlerde belli olur denir. Ama o zor günler geldiğinde herkes kendi konforunu düşünüyor.
Adalet, haklının yanındadır diye öğrettiler. Ama haklı olmak yetmedi, status quo yani güç dengesi hep baskın çıktı.
Sevgi kutsaldır dediler. Ama menfaat olmadan değer görmedi.
Bize çocukken öğretilen o ideal dünya, zamanla içi boş bir hayale dönüştü. İnsanoğlu, neyin gerçek, neyin manipülasyon olduğunu ayırt edemez hale geldi.
Ve bir gün aynaya baktığımızda fark ettik: Bizi kandıran sadece başkaları değil, biz de kendimizi kandırmışız.
Günümüz insanı artık sadece maskelerle yaşıyor. Gülümsüyor ama mutlu değil. Seviyor ama içi boş. Konuşuyor ama anlamıyor. Duyuyor ama dinlemiyor. Sahip oluyor ama yetinmiyor. Hep daha fazlasını istiyor ama neden istediğini bile bilmiyor.
Biz, insan olmayı unuttuk.
Gerçekten yaşadığımızı sanıyoruz ama sadece bir oyunun içinde figüranlık yapıyoruz. Özgür olduğumuzu sanıyoruz ama her adımımız bir algoritma tarafından yönlendiriliyor. Düşündüğümüzü sanıyoruz ama sadece bize sunulan fikirleri tekrar ediyoruz.
Peki, insana en büyük ihanet nedir?
İnsanın insana ettiği mi? Yoksa insanın kendine ettiği mi?
Sevgi sahte, dostluk sahte, güven sahte, düzen sahte, hayat sahte…
Ama belki de en büyük ihanet, kendi insanlığımızı unutmuş olmamızdır.
Biz mi insanlıktan çıktık, yoksa dünya mı bizi buna zorladı? Vicdanlarımız mı sustu, yoksa biz mi onun sesini mute ettik? İnsanlık mı yozlaştı, yoksa yozlaşan bir dünyada kaybolmamak için biz mi kendimizi inkâr ettik?
Yoksa… Biz hep böyleydik de, sadece zamanla bunu fark mı ettik?
Cevabı bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var:
İnsan, insanlığını hatırladığında hakikate ilk adımını atar.
Saygıyla,
Çetin Ay

