Hayat dediğimiz şey, ışık ve gölge arasında dokunan ince bir çizgiden ibarettir. Hepimiz aydınlıkta yürümeyi isteriz, ama unuturuz ki ışığın varlığı, gölgeye bağlıdır. Gölgesiz bir ışık ne kadar gerçek olabilir ki?
Bugün insanlık, bir yarışın içinde yaşıyor. Daha çok kazanmak, daha çok görünmek, daha çok sevilmek… Ama bu “daha çok” arayışı bizi gerçekten nereye götürüyor? Belki de bu sorunun cevabını aramaya cesaret edemediğimiz için kendimizi tüketiyoruz. Sahi, durup hiç düşündünüz mü: Ne için bu çaba?
Hayatta her insanın karşısına zorluklar çıkar. Acılar, hayal kırıklıkları, kayıplar… İşte bunlar gölgelerdir. Çoğu zaman bu gölgelerden kaçmaya çalışırız. Ama insan, gölgesinden kaçabilir mi? Kaçmak yerine o gölgelere dokunmayı, onların bize öğreteceği dersleri anlamayı denemeliyiz. Çünkü gölge, ışığın hikayesini anlatır.
Gerçek güç, sadece aydınlıkta kalmak değil, karanlıkla barış içinde yaşayabilmektir. Karanlık sizi tüketmez; ancak karanlığı inkar etmek sizi güçsüzleştirir. Oysa her düşüş bir yükselişi, her son bir başlangıcı içinde saklar. Bunu fark eden insan, hayatın özüne dokunmuş olur.
“Işığı anlamak için önce gölgeyi kabul etmek gerekir.” (Çetin Ay)
Bugün dünyamızın her zamankinden daha çok “anlama” ihtiyacı var. Farklılıklar, çatışma değil zenginliktir. İnsanı diğerinden ayıran şey sadece dış görünüş ya da inançlar değildir; bizi ayıran, içimizdeki sevgiyi gölgeleyen korkulardır.
Hayat, bir sorudur; ama bu sorunun cevabı hazır bir yerde beklemez. Cevap, her gün attığımız adımlardadır. Birbirimize biraz daha merhametle, biraz daha empatiyle yaklaşsak, dünya daha aydınlık bir yer olmaz mıydı?
KENDİNİ BULMAK
Son söz olarak şunu söylemek isterim: İnsan, kendini bulmak için hem ışığı hem gölgeyi tanımak zorundadır. Işığı tanımak, hayatın coşkusunu kucaklamaktır. Gölgeyi tanımak ise derin bir bilgelik ve teslimiyettir. Ve ancak bu dengeyi kurabilen insan gerçekten “yaşamış” olur.
Unutmayın: “Işığın değerini bilmek istiyorsanız, gölgenin hikayesini dinleyin.”
Saygıyla,
Çetin Ay