vicdanlarda da tartılıyor. Dışarda bir çocuğun bekleyişi, içeride bir babanın çaresizliği, bir annenin gözyaşlarıyla yankılanıyor. Cezaevleri dolup taşarken, sadece suçlular değil; umutlar, hayaller ve bir milletin yarına olan inancı da duvarlara çarpıp geri dönüyor.
Cezaevleri nefes alınamayacak hâlde. Fiziki yetersizliklerin, insan onuruna yaraşır koşulların çok gerisinde olduğu bir yapıdan bahsediyoruz. Ama daha vahimi, bu soğuk duvarların ardında insanca yaşama hakkını yitirmiş binlerce insanın olması. Hatalar yapılmış olabilir, elbette. Ancak her suç, ömür boyu bir ötekileştirmeyi, toplumdan dışlanmayı, yok sayılmayı haklı kılmaz.
Bu insanlar arasında bir anlık öfkenin, bir yanlış kararın, bir gençlik gafletinin kurbanı olanlar da var. Her biri bir ailenin, bir annenin, bir evladın yüreğinde hâlâ “beklenen” olarak anılıyor. Çocuklar, babalarını uzaktan görüp sarılamadan büyüyor. Anneler evlatlarının doğum gününü sayarak değil, mahkûmiyet yılına bir çizik atarak yaşıyor. Bu bir ceza değil, bir toplumsal travma.
Devlet güçlüdür. Ama esas gücü, merhametini gösterebildiğinde ortaya çıkar. Affetmek, zayıflık değil; adaletin en yüce hâlidir. Bir milletin büyüklüğü, cezalandırmaktan değil, yaralarını sarabilme kudretinden doğar. Affetmek, suçluyu serbest bırakmak değil, toplumu yeniden onarmaktır.
Bugün Türkiye’nin en büyük beklentilerinden biri, vicdana dokunan, toplumsal barışı önceleyen bir Genel Af düzenlemesidir. Bu sadece bir hukuki mesele değil, aynı zamanda sosyal bir yaradır. Unutmayalım ki, bir devleti yaşatan yalnızca yasalar değil, o yasaların arkasındaki insani duruş ve vicdani duruluktur.
Affın vakti gelmiştir.
Hem mağdur olanların, hem pişmanlık duyanların, hem de onların geride bıraktığı sessiz bekleyişlerin hatırına…
Çünkü bu ülke, affetmeyi bildiği zaman büyür.
ÇETİN AY
Vicdanın sesi sustuğunda, adalet dilsiz kalır.